HELAL GIDA SİSTEMİ NEDİR?- HELAL GIDA SİSTEMİNİN TARİHÇESİ
Dr. Hüseyin Kâmi BÜYÜKÖZER
‘’İslami kurallara göre yasak olan herhangi bir unsuru içermeyen, bu unsurlardan arındırılmış yerlerde veya cihazlarda hazırlanan, işlenen, taşınan ve depolanan, bu durumların dışında üretilen herhangi bir gıda ile hazırlama, işleme, taşıma ve depolama aşamasında direkt temasta olmayan gıda sistemidir.’’
Aslında, Helal gıda kavramı ilk insan ile birlikte var olmuştur. İlk insan ve ilk peygamber Hz. Âdem(as) ve eşi Hz. Havva’nın, Allah (cc) tarafından kendilerine yasaklanmış ağacın meyvesini şeytanın aldatması ile yemeleri sonucu cennetten çıkartılmaları olayı, bize; Allah (cc) izin verdiği şeyleri helal dairesinde yiyip içmenin ne kadar önemli olduğunu göstermektedir.
Ürünler için kalite standartları tespit edilmesi ve sertifikasyon anlayışının ilk örnekleri niteliğinde olmak üzere bunlara ilişkin belirli işaretler kullanılması uygulamasının tarihi M.Ö. 2000’li yıllara kadar uzanabilmektedir. Mezopotamya ve Mısır’da damga vurulması biçimiyle tezahür eden bu belgelendirme şekli, müteakip devletlerde küçük değişikliklerle devam etmiştir. Aynı uygulama, sonradan hisbe teşkilatı adıyla sistemleşecek olan kurum vasıtasıyla, bizzat Hz. Peygamber (sav)tarafından yeni bir üslup ve dinamizmle ihyâ edilmişti.
Al-i İmran suresi 104. ayette ”içinizden insanları hayra çağıracak iyiliği emredip kötülükten alıkoyacak bir topluluk bulunsun” buyurmuştur. İşte bu ayetin gölgesinde iyiliği emredip kötülükten vazgeçirmek amacıyla ‘hisbe teşkilatı’ kurulmuştur. Hisbe teşkilatının başında bulunan görevliye ise ‘muhtesib’ denmiştir. Hisbe teşkilatının başında bulunan mühtesib şeriat ahkamına hakkıyla vakıf olması neyin helal neyin haram olduğunu bilmesi, çok iyi bilgili ve ahlaklı olması, rüşvete tevessül etmeyen Allah’tan korkan bir kul olması icab eder.
Mühtesib İslam toplumunda sosyal huzuru sağlamakla birlikte camide, çarşıda, pazarda ve daha birçok alanda halkın zararına olan şeyleri engellemiş, toplumu oluşturan bütün kesimlerin ilgili hükümlere riayet etmesini sağlamıştır. İhtisap Kurumunun başındaki muhtesib’in en önemli görevi, Asr-ı saadetin başından beri, İslâm’ın temel ilkelerinden olan iyiliği emir ve kötülüğü engelleme (el-emru bi’l-ma’rûf ve’n-nehyü ani’l-münker’ düsturu çerçevesinde esnafın denetlenmesiydi. Aynı anlayışın carî olduğu Osmanlı devletinde de şehir hayatını sağlam temellere oturtma düşüncesinde vazgeçilmez bir yeri bulunan kadı’nın emrindeki muhtesip, esnaf teşkilatları üzerinde en etkili vazifelilerin başında yer alarak çarşı ve pazar hayatının düzenini ve halkın zorunlu ihtiyaç maddelerine kolaylıkla ulaşmalarını temin etmek, işyeri açma ruhsatı vermek ve vergi toplamak gibi görevlerle teçhiz edilmiş. Bu vesile ile esnafın, muhtesip tarafından devamlı teftiş edilerek narha ve kalite standardına uymaları temin edilmeye çalışılırdı.
Muhtesiplerin, görevlerini yerine getirirken baş vurdukları en önemli yasal dayanaklardan biri, hazırlanan İhtisap kanunnameleridir. Bu düzenlemelerde, bugünkü manasıyla kalite güvencesi için gerekli olan sürekli standartlar temin edilerek gıda maddelerinin kalite standardı ve uyulmaması halinde uygulanacak müeyyideler belirlenmiştir
Nitekim öncelikli hedefler olarak iş görenler, işverenler ve müşterilerin tatmini ile toplumun huzuru gösterilmiştir. Dünyanın İslam’ın doğuşundan itibaren Müslümanların toplum hayatı, İslâmî esaslara tâbi kılınmaya çalışılmış; bu çerçevede başlangıcı Hz. Peygamber(sav)’e kadar uzanan ihtisap kurumunun başındaki muhtesibin esas görevlerinden biri, toplumu oluşturan bütün kesimlerin ilgili hükümlere riayet etmesini sağlamak olmuştur. Aynı anlayışın, Osmanlı’daki ihtisap düzeni içinde de geçerli olduğu görülmektedir. Bu çerçevede muhtesibin, esnaf tarafından üretilen ürünleri hem kalite standartları hem de İslâmî ölçütlere uygunluk cihetiyle denetleme yetkisinin en mühim basamağını hammadde kontrolü oluşturmuştur.
Bütün bu dokümanlar ve uygulamaya ışık tutan çeşitli fetva örnekleri incelendiğinde, teşkilatın doğuşunda olduğu gibi ihtisap hizmetlerinin yürütülmesinde de şer’i ölçütlerin her zaman esas alındığı anlaşılmaktadır.
Bununla birlikte, konumuzu teşkil eden, üretilen ürünlerin Müslümanlar açısından sakıncalı olup olmadığına ilişkin ayrı ve özel bir mühür kullanılması teşebbüsü muhtemelen ilk defa gündeme getirilmiş olmaktadır. Söz konusu girişim, özellikle Yahudî toplumlarında başlatılarak uluslararası geçerliliğe doğru evrilen kosher kalite belgesi ve sertifikasyonuyla karşılaştırıldığında ve bazı halkı Müslüman devletlerde halen uygulanmakta olan, üretilen gıda maddelerinin dini açıdan sakıncasız olduğunu gösteren işaret ve tanımlamaların Türkiye’de de uygulanmasına yönelik çabalar dikkate alındığında ayrı bir önem ve anlam kazanmaktadır.
Günümüzdeki ifadesiyle gıda anarşisinin ortaya çıkacağı uygun bir vasatın henüz teşekkül etmemiş olmasına rağmen, diğer taraftan kosher ile ilgili ilk cemaatin New York’ta et hususunda oluşması ve kosher damga ve etiketinin ilk defa 1900’lü yılların başlarında ortaya çıkması dikkate alındığında, ürünlerin sertifikasyonunda dini hassasiyetlerin gözetilmesi konusunun çok daha önce, yine İslam toplumunda gündeme geldiği görülmektedir. GİMDES bu tarihi sürecin bugünki temsilciliğini yapmaktadır.
Bir yanıt yazın